Doğa ÇiçekLeri Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Doğa ÇiçekLeri Forum

Doğa ÇiçekLeri Forum
 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Başkalarının Yazdığı Öyküler

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:37 pm

ADA


Bir zamanlar, bütün duyguların
üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve
tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu,
duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi,
adayı terketmek için
sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş.
Çünkü, mümkün olan en son ana
kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk, yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik,
çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk,
"Zenginlik, beni de yanına alır mısın?"
diye sormuş.
Zenginlik,
"Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın
ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki
Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!"
"Sana yardım edemem Aşk.
Sırılsıklamsın
ve yelkenlimi mahvedebilirsin."
diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış
ve Aşk, yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim..."
"Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki,
yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş
ama o kadar mutluymuş ki,
Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve
mutlu hissetmiş ki kendini
onu yanına alanın kim olduğunu
öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu
farkeden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı?
Neden bana yardım etti ki?"
diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar
büyük olduğunu anlayabilir..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:38 pm

Kelebeğin Hikayesi

Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenara oturduğu otlardan birinin dalında , küçük bir kozanın varlığını fark etti. Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi.


Adam , bunun bir kelebek kozası olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat bir daha ele geçmez diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara şahit olmak istedi.


Dakikalar dakikaları kovaladı , saatler geçmeye başladı , ama henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı. Sanki , kelebeğin dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş olabileceğini düşündü.


Sanki kelebek elinden gelen her şeyi yapmış da , artık yapabileceği bir şey kalmamış gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakıyı çıkarıp kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.


Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam kelebeği izlemeye devam etti; çünkü kanatlarının her an açılıp genişleyeceğini ve narin bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu.


Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek , hayatinin geri kalanını , kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadı.


Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı şey , kozanın kisitlayiciliginin ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten dışarı çıkmak için gereken çabanın , Allah’ın kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede kozanın kisitlayiciligindan kurtulduğu anda onun uçmasını sağlamak için seçtiği bir yol olduğuydu.

Bu gerçeği öğrendiğinde , hayat boyu unutamayacağı bir şey de öğrenmişti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duyduğumuz şey , çabalardır. Eğer Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalırdık . Olabileceğimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdık..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:38 pm

HİÇ HAYALLERİNİZDEN SIFIR ALDINIZ MI ?

Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine
sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir
kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.
Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi.
Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.
Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000
metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.
Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev,
tam kalbinin sesiydi.. İki gün sonra ödevi geri aldı.
Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir
"0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal"
dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun.
Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.
Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da
alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:
"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden
yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin.
Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir
değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
"Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi..
"Ben de hayallerimi..".....

O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki
1000 metrekarelik evinde oturuyor.
Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde
çerçevelenmiş olarak asılı.
Öykünün en can alıcı yanı şu: Aynı öğretmen,
geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi.
Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine "Bak" dedi,
"Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken,
hayal hırsızıydım. O yıllarda
öğrencilerimden pek çok hayal çaldım.
Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:38 pm

DOLUNAY
Çoook çok eskiden, yeşil bir vadinin içinde
bir Irmak kıyısında kurulu bir köy varmış,
taa dünyanın öbür ucunda.
Çok eski dedik ya,
o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş,
yağmur yağmadıkça;
geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça.
Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış,
hayvanlar avlarlarmış, uçsuz, bucaksız arazilerinden,
sularını, kaynağı çok uzakta olan köylerinin içinden geçen,
ırmaktan alırlarmış.
Köyde herkes birbirini sever,sayarmış.
Köyde bir tek kişinin kalbinde, öyle büyük bir sevgi
varmış ki, bütün köyünküne bedelmiş;
Dolun'un İntera'ya olan aşkıymış bu.
Kız, Dolun'u bilirmiş de tanımazmış yakından.
Dolun dayanamamış; bir gün gitmiş kızın yanına,
sormuş İntera'ya onunla evlenip evlenmeyeceğini.
İntera demiş ki, Dolun'a: "Evlenirim evlenmeye ama
benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden
aynı şeyi ister benim babam. Ancak babamın
bu isteğini yerine getiren benimle evlenir.
"Dolun şaşırmış. "Sensin benim kalbimin sahibi"
diyerek başlamış sözüne "Senin dileğin benim için bir
emirdir, söyle isteğini hemen yapayım" demiş aşkına.
İntera demiş ki; "Bir çiçek vardır;
yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan,
onu ister babam, benle evlenmek isteyenden".
Dolun, "Bekle beni" demiş İntera'ya,"hemen
gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri?
"İntera parmağıyla göstermiş akan ırmağı;
"işte bu ırmağın kaynağındadır der babam,
kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için
ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek çünkü
oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş
çünkü, buralardan çok daha güzelmiş oralar.
Dolun; "Senden daha güzel ne olabilir ki,
bu dünyada" demiş İntera'ya "Döneceğim, o çiçekle,
döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz
anlamı olmaz benim için o güzelliğin".
Dolun çıkmış yola sonra.
Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep
ne kadar sevdiğini düşünmüş İntera'yı yol boyunca.
Aklındaki İntera'ymış, tek amacı ise; o çiçek.
Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden,
yüzünü yıkamış ırmaktan,
anlamış çok yaklaştığını kaynağına
ırmağın suyunun serinliğinden.
Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış
kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmış
kaynakta, gölün ortasında bir adacık,
adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş.
Anlamış İntera'nın anlattığı çiçek olduğunu, güzelliğinden.
Yüzmeye başlamış adaya doğru hemen.
Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun'un.
Adam Dolun'a; "Her gülün bir dikeni, koruyucusu
olduğu gibi, bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer
almaya geldiysen; ben Salut, izin vermem buna" demiş.
Dolun şaşkın ve de kararlı bir tonla
"Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım"
demiş. "Hiç bir şey beni kararımdan çeviremez".
"O zaman beni biraz dinleyeceksin" demiş Salut...
"Sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım,
eğer halâ ikna olmazsan o zaman izin veririm
almana". Dolun ikna olmuş ve çökmüş
yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye...
"Eğer bir şeyi çok fazla istersen
ve engelin yoksa önünde; onu alırsın.
Hayat da böyledir, insan engelleri aşarsa
yaşamına devam edebilir. Bu çiçek de
sadece yaşam için bir şeyler yapacaksan
engelleri kaldırır önünden çünkü, onun da bir görevi
var. Bu çiçek, sadece 28 gecede bir açar
yapraklarını ve döker parlayan tohumlarını göle,
bu sayede buradaki sular yükselir ve
ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde
yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar."
demiş Salut. Dolun başlamış düşünmeye,
eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine
ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında.
Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun.
Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun, çiçeğin.
Yanında İntera vardır ama niye mutsuzdur ikiside.
Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun.
Zaman geçtikçe Dolun'un düşünceleri
yoğunlaşır kafasında.
Mutsuzluğunu düşünür,
çiçeksiz, İntera'sız bir yaşam düşünür.
Koparamaz çiçeği günlerce Dolun,
artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece
aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları.
Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle
bir tomurcuk da Dolun'un
sertleşmiş kalbinin üstüne düşmüş,
aniden Dolun kalbindeki aşkının
büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönmüş,
taş o kadar büyükmüş ki, dünyaya sığmamış,
gökyüzüne yükselmiş ve Dünya ile dönmeye başlamış.
Böylece Ay olmuş Dolun'un kalbi Dünya'ya.
O günden sonra sadece 28 gecede bir göstermiş
Dolun kalbinin tüm yüzünü,
aşkının bütün parıltısını diğerlerine;
sadece o gecelerde aydınlatmış Dünya'yı
aynı çiçek gibi...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:39 pm

GÜL KIZ

Genç adam, işe giderken hergün yolunun
üzerindeki güllerle dolu bahçeye bakmadan
geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller içini
neşeyle, sevinçle dolduruyordu. Günler geçtikçe
güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya
başladı . Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin
gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her
geçişinde güllere ve pencerede belli-belirsiz görünüp
kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu.

* * * *

Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı.
Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini,
içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin
arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu.
Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri
kaçtı. Genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın
diye gayret eder gibi gözlerini sabit bir halde bir
güle dikerek öylece kalakaldı. Gördüğü güzelliğin
etkisinde kalmış, sevdalandığını düşünüyordu.
Genç adam, artık hergün bir öncesine göre
biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm
umuduyla. Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan
bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu.
Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına
geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.

* * * *

Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi.
Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün,
daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam
gelmedi. Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu.

* * * *

Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola
bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla
geçtiklerini gördü genç kız. Aklından geçen
korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini
hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş
müydü !.. Genç kız yine hergün tüllerin arkasına
geçiyor, boş gözlerle dışarı bakıyordu. Yüzü de,
artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu.

* * * *

Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden.
Bir aydır yattığı hastaneden sonunda çıkmış,
ilk iş olarakta güllü bahçenin önüne gelmişti.
Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen
yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara
perdelerle sımsıkı kapatılmıştı. Genç adam yolda
oynayan çocuklara sordu; "Bu evde kimse
yaşamıyor mu?" Bir çocuk; "İhtiyar bir kadın
yaşıyor." dedi. Genç adam cevabını duymaktan
korkarcasına, başka bir soru sordu ;
" Burda yaşayan genç kız ne oldu ?"
Çocuklardan biri atıldı; "O öldü."dedi, genç adamın
yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden
başka bir çocuk atıldı; "Verem olmuş, dün öldü."

* * * *

Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla
annesiyle babasının yanına koştu,
güller arasında, sallanan sandalyede
oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı;
"Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !.."
Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç
görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan
ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme
yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi,
yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu
bir gülümseyişti bu. Fakat gözleri kapalıydı...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:40 pm

LÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER....

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla
adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u... Her yıl
Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla
süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan.
Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına
bırakılmıştı..Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
"Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..."
Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden
ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?..
Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi,
yumurta kapıya gelmeden...

Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi..
Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen
fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda
oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek
bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..
Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi..
Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık
içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı...
Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ?

"Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..
Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri
çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemisti.. Hep öyle
yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var.
Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,
kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum..
Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart..."
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.
Parmakları titreyerek zarfı açtı..

" Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız.
Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığınıı ve acılarını
hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim
kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika
bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız.
Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.
Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve
kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da
seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen..
Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil,
biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim....

Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam
edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,
eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra
emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip
seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..
SENİ SEVİYORUM GÜLÜM..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:40 pm

SERÇE VE GÖÇMEN KUŞUN HİKAYESİ

İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye

Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber

Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.

Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...

Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.

Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,

Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.

Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.

O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...

Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı

Ama kış acımasızdır. demiş göçmen,
Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz

Serçe Başkalarının Yazdığı Öyküler 111679 demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye Başkalarının Yazdığı Öyküler 111679 demiş gidelim.

Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye

Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...

Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.

Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş

Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara

Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış

Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık.

Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.

Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız

Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa

Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları

Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi

Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene

Artık gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş........

Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...

Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:41 pm

ŞANSSIZ BİR ADAM

Şanssızlık beni her yerde izliyor, eminim ki,
doğduğum gün gökyüzünde birkaç kötü yıldız,
gezegen ya da herhangi bir gök cismi vardı.

Bir süre önce çalışmak için Fransa'da bulunmuş ve dönmüş olan bir
teknisyenle tanıştığımı anımsıyorum; o da şanssız olduğunu söylerdi.

Bu teknisyen birkaç delikanlıyla el ele vemişti: Geceleri arabayla
dolaşıyorlar dükkanların kepenklerine zincir bağlayarak arabayı çalıştırıyorlar,
böylece kepenk fırlayarak sarılıyor, onlar da içeri girip eşyaları çalıyorlardı.

Her neyse, bu teknisyenin göğsünde bir giyotin dövmesi vardı. Üzerinde ise fransızca
sözcüklerle; İtalyanca'da "hiç şansım yok" anlamına gelen şu yazı yazılıydı:
"Pas de chance" göğsünün kaslarını hareket ettirdiği zaman giyotinin
bıçağı gibi görünüyor, teknisyende sonunun böyle biticeğini söylüyordu.
Gerçekten de, giyotine gitmedi ama beş yıllık hapis cezasına çarptırılmayı başardı.

Şimdi aynı yazıyı benim de göğsüme yazdırtmam gerekiyor. Çünkü herkes
benim yaptığımı yapar ama onların işleri iyi giderken benimki ters gider.
Demek ki şanssızım ve birisi kesinlikle kötülüğümü istiyor,
ya da dünyanın benimle alıp veremediği var.

Başkalarından daha dürüstçe olmasa da her zaman işlerimi dürüst olarak yürütmeye
çalıştım. Çünkü, bilindiği gibi hepimiz kusurluyuz yalnızca Tanrı kusursuzdur.

Evlendikten hemen sonra karımım parasıyla bir dükkan açarak ayakkabı
tamirciliğine başladım ve bir memur mahallesi seçmekle iyi yaptım. Memur olarak
çalıştıkları ve işyerinde iyi görünmek zorunda oldukları için, halktan kişiler olan
bizim gibi yırtık ayakkabıyla gezemezler. Dükkanım, mahallenin tam ortasında,
içinde en az binlerce memurun oturduğu köhne evlerin arasındaydı.

Aynı caddede, benim tam karşımda başka bir ayakkabı tamircisi vardı.
Yetmiş yaşlarında ve nereydeyse önünü göremeyen yarı kör bir ihtiyardı.
Dükkanı açtığım gün benimle kavga etmeye geldi. Baykuş öyle kötü bir
adamdı ki, karım bana nazardan korunmam için dikkatli olmamı söyledi.
Bense ona kulak asmamakla iyi etmedim.

Başlangıçta herşey iyi gitti. Başarılıydım, gençtim, cana yakındım,
çalışırken şarkı söylüyor, patronlarının ayakkabılarını getiren hizmetçilere
her zaman söyliyecek güzel sözler buluyor ve onlarla şakalaşıyordum. Dükkanım
artık mahallenin salonu haline gelmişti ve kısa zamanda o kötü ihtiyarın
tüm müşterilerini elinden almıştım. Öfkeleniyordu ama yapacak birşey yoktu
çünkü ben aramızdaki rekabeti kızıştırmak için daha düşük fiyata çalışıyordum.

Doğal olarak bir de planım vardı; tüm müşterilerimi avucumum içinde hisseder
hissetmez onu uyguladım. Bir ayakkabıya kösele taban, diğerine ise kösele taklidi
olan işlenmemiş bir taban koyarak sırayla yapmaya başladım. Yani birine koyuyor
diğerine koymuyordum. Daha sonra bu işin farkedilmediğini görerek cesaretlendim ve
tümüne koymaya başladım. Gerçekte bu tam anlamıyla karton değildi ama savaş
boyunca üretilmiş olan sentetik bir üründü ve yemin ederim ki, köseleden daha da iyiydi.

Böylece hep neşeli, hep nazik ve keyifli, hevesle çalışarak yeterince kazanmaya
başladım. Herkes beni seviyordu. Bilindiği gibi ihtiyar ayakkabı tamircisi dışında.

O sıralarda ilk oğlum dünyaya geldi. Aynı günlerde nasıl oldu bilmiyorum, belki de
yağmurdan, ne yazık ki pençe yaptığım ayakabılardan biri açıldı. Müşteri itiraz etmek için
dükkana geldi. Raslantı eseri tam o günlerde onardığım ayakkabılar açılmaya başladı.

Bu gibi şeylerin nasıl yayıldığı bilinir. Tüm mahallede herkes olayı biribirine anlattı ve
o günden sonra hiç kimse bana gelmedi. Müşterilerin tümü ihtiyara döndü. O, dükkanın
camları ardında kendi kendine gülüyor ve kınnapı batırıp çekmekten başka iş yapmıyordu.
Bense toptancının beni dolandırdığını, benim suçum olmadığını açıklayarak bas bas
bağrıyordum ama kimse bana inanmıyordu. Sonunda; devralacak birini buldum
ve birkaç kuruşla birlikte oradan çekip gittim.

Ayakkabıcılıkta ısrar etmenin boş olduğunu anlayınca meslek değiştirmeye karar
verdim. Delikanlılığımda bir sıhhi tesisatçının yanında çalışmıştım, onun için bir
lehimci dükkanı açmayı tasarladım.

Bu kez de herşeyi düşünerek yaptım, kentin merkezinde, su boruları çürük ve tüm
tesisatları yıpranmış olan, tümüyle eski evlerden oluşan bir mahalle seçtim.
Nemli, güneş görmeyen, tıpkı bir mağaraya benziyen bir sokakta, biri kömürcü diğeri
ütücü olan iki dükkan arasında yer buldum. Birkaç demir, birkaç kurşun boru, birkaç
lavabo ve musluk aldım ve üzerinde, şu yazıların bulunduğu bir levha yazdırdım:
"Sıhhi tesisat ve teknik işler bürosu, evlere sevis yapılır, isteğe göre önceden
fiyat bildirilir." İş, çabucak iyi gitmeye başladı.

O yıl şiddetli bir kış oldu ve kar bile yağdı. O, çürük ve eski
evlerin tümünde patlıyan borular, sayılamayacak kadar çoktu. Öte yandan iyi bir lehimci
her zaman kolay bulunmadığı için bir banyo ısıtıcısı ya da bir kahve değirmeni bozulunca
halk su tesisatçısına Tanrı'ya güvenir gibi güveniyordu. Suların akmadığı ya da banyolarının
su bastığı zaman zengilerin bile ne büyük umutsuzluğa kapıldığını bilemezsiniz. Telefon
ederler, yalvarırlar, sizi göklere çıkarırlar ve zamanı gelince de soluk almadan parayı öderler.

Su tesisatçısı çok gereklidir ve gerçekten de tümünün kibirinden geçilmez, onlarla iyi
geçinmeyenin vay haline! Söylediğim gibi işlerim hemen iyi gitmeye başladı. Dükkan
küçüktü, karanlıktı, vitrinine bir düzine musluktan başka bir şey koymuyordum
ama bir çok kişi beni çağırıyordu. Kısa zamanda bütün gün çalışmaya başladım.

Eğer, benimkinin tam karşısına bir başka tesisatçı dükkanı açmamış olsaydı,
bu kez işlerim kesinlikle pürüzsüz gidecekti. Bu sarışın, ufak tefek, sezsiz, büyük kafalı
bir gençti. Hemen hemen hiç boynu olmadığı için kafası göğsüne gömülmüştü.
İlk iş olarak müşterileri elimden almaya koyuldu. Bana zarar vermeye kararlı
göründüğü için; eğer, önlem almazsam başarılı olacağına inandım.

Bunu düşünürken, aklıma müşterileri elimde tutmama, hatta işimi arttırmama
yarıyacak iyi bir fikir geldi. Diyelim ki, bir banyo ısıtıcısını yerine yerleştiricektim.
İngiliz anahtarıyla civata somunlarını sıkıştırarak zaten eski ve yıpranmış olan
boruyu duvarın içinde kırılacak biçimde burkuyordum. Gece evi su basıyor, müşteri
beni çağrıyor, ben de duvarı yararak boruyu değiştiriyor ve iş yapmış oluyordum.

Böylece daha önce onarmış olduğum yerlerde yapmamaya dikkat ederek, bazı
bozukluklar yaratıyordum. Sonunda durumu düzelttim. O sıralarda ikinci
oğlum doğdu ve derin bir nefes aldım .

Bu kez gerçekten şanssızlığın etkisi dışındaydım. Fakat hiç bir zaman büyük
söylememek gerek çünkü, yaptığım bozukluklardan biri önüne
geçemeyeceğim kadar büyüdü. Bir banyo ısıtıcısı dışarı fırladı. Ateş, bir dolaba,
sonra da tüm daireye sıçradı. Şanssızlık eseri, teknik işlere meraklı olduğu anlaşılan
bir çocuk, beni izlemişti. Neler çektiğimi anlatamam.Ceza evine girmeme ramak
kaldı. Bu kez de dükkanı kapatarak mahalleden çekip, gitmek zorunda kaldım.

İnat bu ya, üçüncü kez dükkan açmak istedim. Artık paralar azalmıştı. İki çocuk
bir de yoldakiyle durumumuz pek ümit verici değildi. Kent dışında, mezbaha
taraflarında fakir halkın otuduğu mahalleye gittim ve ufak bir şilteci dükkanı açtım.

Bu kez fikir karımındı çünkü, kayınpederim de şilteciydi. Bir dikiş makinesi,
birkaç demir somya, birkaç portatif yatak, birkaç top şilte kumaşı ve yün ile at
kılı satın aldım. Zavallı karım, bebek beklemekle birlikte makinede dikiş dikiyor,
bense yünü tel tarakla taramak gibi daha ağır işler yapıyordum.

Mahalle çok fakirdi, çok seyrek olarak sipariş geliyordu. Yiyecek yemek bile
bulamıyorduk. Karıma söylediğim gibi bu kez şanssızlığımı başımızdan savmamız
çok güç olacaktı. Fakat ilkbahara doğru işler iyi gitmeye başladı.

Fakirler de temiz olmak isterler, fakir aileler de evi temiz tutmak için her türlü
özveride bulunurlar. İlkbaharda mahalledeki kadınların çoğu şiltelerini yeniletmek için
bana geldiler. Bu işlerin nasıl yürüdüğü bilinir. Bir ay önce kimse gelmiyordu, şimdi
ise elimi hangi işe atacağımı bilemiyordum.

İşimi yalnız başıma yürütemediğim için yanıma bir çırak aldım. Onyedi yaşında
haylaz bir çoçuktu. Aynı Etopya imparatoru Negus'u andıran esmer derisi ve
kıvırcık saçları olduğu için ona Negus diyorlardı. O, şilteleri götürmek ya da almak
için dolaşıyor, bense çalışmak için dükkanda kalıyordum.

Bu Negus, çamaşırcılık yapan annesinin baş belasıydı. Onu bir faturayı ödemesi
için gönderdiğim günlerden birinde geri dönmedi. Futbol maçına ve
sonra da başka yerlere giderek paraları yemişti. Ama sonunda; dükkana
gelerek, cüzdanını çaldırdığını söyleyecek kadar yüzsüzlük etti. Ona hırsız
olduğunu söyledim, o da bana kötü sözlerle karşılık verince bir tokat attım ve
dükkandan kovmak için zor kullanmak zorunda kaldım.

Bu olay yeni şanssızlığımım başlangıcı oldu. Bu serseri, bir süre önce beş şilteyi
onarırken, bunların birinde tahta kuruları bulduğumu ve onları yok etmek şöyle
dursun diğer dört şiltenin her birine bir çift tahta kurusu koyduğumu, bunu, gelecek
mevsim, şilteleri yeniden onarılmaya göndermelerini sağlamak için yaptığımı anlatarak
tüm mahalleyi gezdi. Doğruydu ama bir işi becermek için elden gelen yapılmalı.

Herkes öyle yapıyor ama benimkinin öğrenilmesi için şanssız olmam gerekiyormuş.
Kısacası, neredeyse bir ayaklanma oldu. Kadınlar dükkanda etrafımı çevirerek beni
dövmek istediler. Sonunda polis memuru bile geldi ve benden kuşkulandı. Bu kez son oldu.
Dikiş makinasını ve birkaç eşyayı sattım. Geceleyin hırsız gibi sessiz sedasız gittim.

Şimdi soruyorum: Benden daha şanssızı var mıdır? Dürüst ve huzurlu çalışmak
istiyordum. Dahası, birçok kişinin yaptığından çok değil ama işe biraz da ustalığımı
katıyordum. Kısacası iyi bir işçi olmak istiyordum oysa, işsizdim işte.
Hiç olmazsa biraz param olsaydı meyhane açardım. Madem ki,
şaraba su katıldığını herkes biliyor, belki bu işi kıvırırdım.

Artık param yok, çırak olmak zorunda kalacağım. Oysa, bilindiği gibi maaşlı
çalışan açlıktan ölür. Gerçekten çok şanssız, hatta nazara gelen biriyim.
Karım, cüzdanıma bir aziz resmi dikti, üzerimde ise sayısız nazarlık
taşıyorum. Sonra evin kapısına da tüm çivileriyle birlikte bir at nalı astım.
Ama yine de şanssızım, şanssız yaşadım, şanssız ölüceğim.

Kötülüğümü istiyen kişiyi öğrenmek için gittiğim falcı, elimi görür görmez ellerini
gökyüzüne kaldırdı ve bağırdı: "Oh! ne görüyorum, ne görüyorum". Beni bir korku
aldı ve ne gördüğünü sordum. Yanıtladı: "Oğlum siyah mı siyah bir yıdız...
Herkes senin kötülüğünü istiyor". "Eee öyleyse?" diye sordum.
"Öyleyse cesur ol ve Tanrı'ya inan" dedi. "Fakat
ben" diye itiraz ettim, "Ben her zaman görevimi yaptım".

O, "Oğlum çok kişi senin kötülüğünü istiyor...Böyle olunca görevini yapman
neye yarar? Yalnızca rahat bir vicdana sahip ol".
O zaman yanıtladım:
"Vicdanımın şimdiki gibi rahat olması bana yeter.
Gerisi beni ilgilendirmez".
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:41 pm

TLI CADI!!

Kral Arthur, bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı
kurtulacak, aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi
için 1 sene süresi vardır. Soru aynen söyledir:

KADINLAR NE İSTERLER?

Bu soru tabi ki, dünyanın en zor sorusu. Ancak,
kralın fazla bir tercih şansı yoktur.
Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilir kişilere danışır
ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz.
Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir.
Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider.
Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır.
Cadı cevap karşılığında Arthur'un yakın arkadaşı,
en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir.
Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler
ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar,
krala koşup hiçbir şeyin Arthur'un hayatından daha önemli
olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alırlar.

KADINLAR HER ZAMAN KENDI ÖZGÜR
İRADELERİYLE KARAR ALMAK ISTERLER.

Evet kesinlikle doğru olan bu cevap sayesine kralın
hayatı kurtulur ancak, şövalyenin hayatı sönmüştür.
Nihayet şövalye için en kötü an yani,
gerdek gecesi gelir. Ancaaaakk...Odaya girdiğinde
karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür.
Şövalye şaşırır ve sorar. "Sen kimsin?".
Kadın cevap verir:. "Ben evlendiğin cadıyım.
Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri
son derece güzel olurum. Ya da, gündüzleri
son derece güzel ve geceleri son derece çirkin olurum.
Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin".
Şövalye çok kısa bir süre düşünür.
Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa
gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı?
Ve şöyle cevap verir: "Nasıl olmak istediğine sen karar ver
lütfen, ben senin her haline karşı saygılıyım."
Cadı bu karar karşısında çok sevinir. "Sen bana
seçme özgürlügünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem.
Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve
saygılıbiri olarak gözükeceğim".
sonuç ?

KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL...
İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN...
HERZAMAN CADIDIRLAR ... :))))
AMA TATLI...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:42 pm

Kurdele

New York'ta yasayan bir öğretmen, Lise son sınıfındaki öğrencilerinin "diğer insanlardan farklı özelliklerini" vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California Del Mar'dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle"Siz çok önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele verdi.Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve ; "Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti. O gün üst yönetici, süratsiz biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun "iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron ; " Tabi ki " şeklinde cevap verdi.Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi.Ekstra kurdeleyi verirken de ; "Bana bir iyilik yapar misiniz?... Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz?...Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş..." Dedi... O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. "Bugün inanılmaz bir şey oldu" dedi."Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, "iş dünyasında bu kadar basarili olduğum için" göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi...Bir hayal etmeğe çalış... Benim bir dahi olduğumu düşünüyor..."Siz çok önemlisiniz" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne takti.Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin...Ben "seni" onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun."Seni seviyorum" diye devam etti... Şaşkına dönen çocuk simdi ağlamaya başlamıştı...Bütün vücudu titriyordu...Basını kaldırdı, gözleri yas içinde olarak babasına baktı, ve : "Yarin intihar edecektim" baba, dedi..."Baba, ben senin... çünkü ben senin... beni hiç sevmediğini... beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama artık her şey çok farklı.Sen baba, su an... oğlunun hayatini kurtardın!..."
Sizin de sevginizi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayın...

HEPINIZE YETECEK KADAR KURDELA VAR. SIZLER BULUNMAZ ARKADASLARSINIZ.
Bu yazıda benim size vermiş olduğum ek mavi kurdeledir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:43 pm

VARIM !

Saatlerdir bilgisayarın başında oturuyordu, hala beklediği mail
gelmemişti. Silkindi. Kaç saat olmuştu bilgisayar başına oturalı?
Oooo! İki saatten fazla olmuş, koskoca iki saat? Arkadaşları
yemeğe davet etmişti, Sinan sinemaya, oda arkadaşları ise fal
partisine.. Hiçbirini kabul etmemişti. Şimdi bu ücra internet
cafede gelecek o maili bekliyordu. Daha ne kadar sürecekti?
Kimbilir belki, bugün hesabına bile girmemişti, girmeyecekti?
Girse bile yazacağı daha önemli insanlar vardı belki... Belki de
onun ona önem verdiği gibi o, ona önem vermiyordu? Yok canım!
O da en az Sevgi kadar değer veriyordu Sevgi'ye, yazdığı her
mesajın karşılığı ertesi güne geliyor, hadi ertesi gün olmadı
birkaç gün içinde gecikmenin özürünü de içeren mail hesabında
bekliyordu Sevgi'yi. Aylar olmuştu yazışmaya başlayalı,
bir kez bile aksamamıştı mailler. Ta ki, bu haftaya kadar.
Hafta başından beri tek bir satır gelmemişti ondan. Tuhaf!
Oysa kendisi yazacak bir şey bulamasa - ki, bu da ayda yılda
bir olurdu- forward edilmis mesajlar gönderirdi, güzel sözler,
fıkralar ya da ufacık bir e-kart. Üçüncü gün dayanamamış,
onu merak ettiğini söylediği bir mail göndermişti: Heeeey,
öldün mü kaldın mı? Haber verseneeeee! diye şakalaşmıştı
üstelik. Ses seda yoktu yine karşı tarafta, beşinci gün
iyiden iyiye meraklanır olmuştu, hatta bir sapığın onun
hesabına girip gelen mesajları ondan önce okuyup sildiğini
bile düşünmüştü. İyisi mi oturup bütün gün bekleyecekti
bilgisayar başında, hem içinde de bir şüphe kalmayacaktı
böylece. Bugün sekizinci gün de bitmişti. Yine en ufak bir yazı
bile gelmemişti. Unuttu beni diye geçirdi içinden. "Tabii, ne
bekliyordun ki!" diye kızdı kendi kendine. Alay etti bir süre bu
çocukluğuyla. Hiç görmediği, sadece yazılarıyla, şiirleriyle
tanıdığı biriydi karşıdaki ve hep öyle uzakta öyle bilinmez
kalacaktı. Ne bekliyordu ki? Kendisi de bilmiyordu. Hayalinde
bu yazıları yazan kişiyi bir türlü canlandıramıyordu. Ne zaman
gözlerini kapasa sadece bir çift el görüyordu, klavyenin tuşlarına
dokunan güzel parmaklar... Bu elin kime ait olduğunu görmeye
çalışıyor, didiniyor ama hayali bir anda dağılan sis gibi yok
oluyordu. Ertesi gün soluğu yine bilgisayar başında aldı. Bekledi,
bekledi. Birkaç arkadaşından gelen mailleri yanıtladı hemencecik.
Aslında böyle beklemek fena da olmuyordu hani. Zaten tatildeydi
yapacak başka bir işi yoktu, arkadaşlarından çoğu eve dönmüştü
kalanlar ise onu çağırsa da o pek istemiyordu. Bu düşüncelere
dalmışken yeni bir mesaj geldi. Hayret adres pek yabancıydi ona.
Biraz tereddüt ettikten sonra yüreği korku içinde açtı. Mail,
"merhaba ben Akın'en yakın arkadaşıyım. Kendisini trafik kazasında
kaybettik, telefon defterinin arasında sizin mail adresinizi bulduk ve
haber vermeyi uygun gördük. Başımız sağolsun" diyor ve devam
ediyordu ama mailin devamı onu ilgilendirmiyordu artık.Okuyacağını
okumuştu zaten. Kaçıncı ölüm haberiydi bu, bu kaçıncı değer verdiği
insandı yitip giden? Bazen bütün uğursuzluğun kendinde olduğunu
düşünüyordu. Sonra saçma geliyordu düşündükleri, ama ne
farkederdi ki, işte cok sevdiği, her gün yazdıklarıyla onun gününe
renk katan o kişi artık yoktu. Kötü bir şaka olamaz mıydı?
Ne yapacaktı şimdi? Beklediği mail gelmiş miydi? Ne yani
kalkıp gidecek ve bir daha gelmeyecek miydi? Bir daha o güzel
mesajlari hiç göremeyecek bir daha o elleri hayal edememenin
üzüntüsüyle doğruldu. "Cebinden size henüz yollamadığı,
yollamak için doğum gününüzü beklediği bir şiir bulduk.
Tıpkı sahibine ulaşmamış bir mektup gibi
duruyordu oracıkta. Aşağıda onun sizin
için yazdığı son şiiri bulacaksınız.

VAR MISIN ?
Biliyorum şaşıracaksın
Son sözler gibi gelecek kulağına
Yoo yanılmıyorsun.
Son sözler bunlar.
Bu uzaklığı kaldırmak için ortadan
Sadece bir ufacık his'tik, sen bana ben sana
İki satır lâf, iki mısralık şiirdik
Bir gülücüktük
Bir soru isareti
Oysa daha fazlasını istemek bencillik mi?
Anla artık!
Sözler var ama satırlar yetersiz
Düşünceler var ama sayfalar yetersiz.
Duygular var ama mısralar yetersiz.
Anla artık biliyorum bir sen var, bir de ben
Uzak uzak yerlerde ayrı ayrı şehirlerde.
Ama desem ki, sana:
Biz demeye var mısın?
Desem ki, ne sen olsun, ne de ben.
Bir biz olalım.
Var mısın ?

Akın Yıldız

Şaşırmıştı, istemezdi etraftakilerin gözü önünde ağlasın.
Hiç adeti değildi ne de olsa. Oysa Akın hep nasıl hissediyorsan
öyle ol başkalarını boşver derdi. İşte her zamanki gibi yine
dinlemişti onun sözünü. Demek o da aynı şeyleri hissetmiş,
o da artık bu uzakığı kaldırmak istemişti. Doğumgünü geçmişti,
hem de yine bilgisayar başında. Yeni bir yaşa daha girmişti işte,
yepyeni bir yaş, yepyeni umutlar, acılar, mutluluklar. Her yaş
olgunlaştırırmış biraz daha insanı, belki de en çok bu yaşa
girdiğinde olgunlaştığını anlayacaktı yıllar sonra
arkasına dönüp baktığında kimbilir... Akın! Kahretsin, seni
şimdiden özledim diyerek hıçkırıklara gömüldü. Neden sonra
eli yanıta gitti. Akın'a geç kalmış bir yanıttı bu.
Sadece tek bir sözcük yazdı :
VARIM !


Sevgi Bahçesinin ödüllü yarışmasında birinciliği alan yazı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:43 pm

Melek Annem

Bir zamanlar dünyaya gelmeye hazırlanan
bir bebek varmış. Bir gün Tanrı'ya sormuş:

-Tanrım, beni yarın dünyaya göndereceğini
söylediler, fakat ben o kadar küçük ve
güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?

-Tüm meleklerin arasından senin için bir
tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak
ve seni koruyacak. Meleğin sana hergün
şarkı söyleyecek ve gülümseyecek.
Böylece sen onun sevgisini
hissedecek ve mutlu olacaksın.

-Pekiiiii... İnsanlar bana birşeyler
söylediklerinde, dillerini bilmeden
söylenenleri nasıl anlayacağım?

-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en
güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana
konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.

-Peki Tanrım, ben seninle konuşmak
istersem ne yapacağım?

-Meleğin sana ellerini açarak
bana dua etmeyi de öğretecek.

-Dünyada kötü adamlar olduğunu duydum,
beni kim koruyacak?

-Meleğin seni kendi hayatı pahasına
dahi olsa daima koruyacak.

-Fakat ben, seni bir daha
göremeyeceğim için çok üzgünüm.

-Meleğin sana sürekli benden söz edecek
ve bana gelmenin yollarını sana öğretecek.

O sırada Cennette bir sessizlik olur
ve düyanın sesleri cennete kadar ulaşır.
Bebek gitmek üzere olduğunu anlar
ve son bir soru sorar:

-Tanrım eğer şimdi gitmek üzereysem lütfen
çabuk söyle, benim meleğimin adı ne?

-Meleğinin adının önemi yok yavrum,
sen onu ANNE diye çağıracaksın ...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:43 pm

SEVİYORUM TANRIM !

İnanç Tarihi dersimin öğrencilerinden biriydi Tommy. Uzun saçlı, değişik
bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oydu. Tanrı'ya kayıtsız
şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana imalı, imalı;
-"Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun hocam? " dedi.
-"Hayır" dedim, yavaşça.
-"Yaaa" dedi. "Oysa senin, bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum
hocam..." Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
-"Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak bir gün,
eminim." Tommy, omuzunu silkip yürüdü... Mezuniyetten sonra izini
kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana...Ölümcül kansere
yakalanmıştı. Odama girdiğinde; zayıflamış, çökmüştü... Kemoterapi,
o uzun saçlarını dökmüştü... Ama gözleri halâ pırıl pırıldı...
-"Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi.
-"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
-"Tabii" dedi, "Ne öğrenmek istiyorsun?"
-"Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?"
-"Daha kötüsü olabilirdi... 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla
beraber olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak, sanmak gibi..."
Sonra niye geldiğini anlattı... "Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup
bulamayacağımı sormuş; "Başkalarının Yazdığı Öyküler 111679" yanıtını alınca şaşırmıştım. Sonra,
"ama o seni bulur" dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar
ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söylediklerinde;
Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden... Habis ur, diğer hayati
organlarıma yayılmaya başlayınca, sabahlara kadar dualar etmeye
başladım... Hiç birşey olmadı. Bir sabah uyandığımda; ilahi bir mesaj
alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim aniden.
Ömrümün geri kalan vaktini; Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi
şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım.
O zaman gene seni düşündüm... "En büyük mutsuzluk, sevgisiz bir hayat
sürmektir, bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine
"Seni seviyorum" diyemeden gitmektir" demiştin...
Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte...
En zorundan başladım... Babamdan..." Oğlu yanına geldiğinde;
babası, gazete okuyormuş.
-"Baba, seninle konuşmam lazım" demiş Tommy.
-"Peki, konuş oğlum"
-"Yani, çok önemli bir şey..."
Babası, gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı;
- "Neymiş o bakalım?"
-"Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim." Tommy,
gülümsedi, arkasını anlatırken... Babasının elinden yere düşmüş
gazete... Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış.
Tommy'ye sarılmış ve ağlamış... Sabaha kadar konuşmuşlar.
Babası, ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde...
"Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam
etti Tommy... "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana
söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar. Bütün bunları
yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece...
Ölümün gölgesi üzerime düşünce; kalbimi açıyordum,
bana, aslında çok daha yakın olması gereken insanlara..."
Nefes aldı Tommy..." Bir gün baktım, Tanrı, orada...
Hemen yanıbaşımda duruyor... Ona yalvardığım zaman,
bana gelmemişti. Onun kendi programı vardı, kendi bildiği gibi
yapıyordu. Gerçek olan şu ki, haklıydın...
Ben, onu aramaktan vazgeçtiğim halde, gelip, beni bulmuştu."
- "Tommy" dedim. "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm
insanlığa... Sen, Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun.
Onu, sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak
işe yaramaz... Ama hayatını sevgiye açarsan o, gelir seni bulur.
Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim; "Tommy, bana
bir iyilik yapar mısın, bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?"
Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün... Ölümle hayatı
sona ermemişti tabii... Şekil değiştirmiş, büyük bir
adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti...
Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk.
-"Söz verdiğim derse gelemeyeceğim, halsiz ve bitkinim hocam" demişti..
-"Anlıyorum Tommy !"
-"Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam, sen anlatır mısın?
Herkese, bütün dünyaya, benim için anlatır mısın?"
-"Anlatırım Tommy" dedim. "Anlatırım, merak etme!"

İnsanlara; "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize
gerek yok, şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz...
Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin..

Hem, şimdi başlamazsanız,
belki de hiç söyleme şansınız olmayabilir..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:43 pm

YALNIZ ADAM ve KIRLANGIÇ

Karlı bir kış günüymüş...
Yağan kardan üşümüş küçük kırlangıç,
yalnız bir adamın penceresinin dışına gelip
gagasıyla camı tıkırdatmış, adeta adamın onun
içeri girmesine müsade etmesini istemiş.

Yalnız adam bu isteği görmüş, "olmaz alamam,
git başımdan" der gibi kuşu kovalamış, sonra da
kendi kendine söylenmiş;"Hıh, camı tıkırdatmakla
kendisini içeri alacağımı mı sanıyor acaba..?"

Gecenin ilerleyen saatlerinde canı sıkılmış,
rüzgar ve soğuk arttıkça yalnız adamı
daha başka düşünceler sarmış,
kırlangıcın arkadaşlığını
geri tepmekten biraz pişmanlık duymuş...

"Keşke kuşu içeri alsaydım.
Ona biraz yiyecek verirdim. Minik kuş
oradan oraya uçar, neşeli sesler çıkartır,
cıvıldar, yalnızlığımı paylaşırdı. " demiş.

Ertesi sabah ilk iş pencereyi açıp,
etrafına bakınmış adam, belki kırlangıç
oralarda bir yerlerde olabilir diye düşünmüş.
Ama görememiş zavallı kırlangıcı...

Uzun kış geçmiş, yine yaz gelmiş...
Etrafta kırlangıçlar, cıvıldıyarak uçmaya başlayınca;
yalnız adam, heyecanla camını sonuna kadar
açıp kuşu beklemiş... Ama hiç gelen olmamış.

Onun hevesle havada uçan kuşlara
baktığını gören komşusu hikayeyi öğrenince
hafif buruk bir sesle: "Sevgili komşum, anlaşılan
sen kırlangıçların sadece 6 aylık bir ömürleri oduğunu
bilmiyordun?" demiş. Bunu işiten yalnız adam çok üzülmüş
ama üzülmek için de artık geç kaldığını anlamış...

***

Dikkatli olun...
Farkında olun...
Kendinize bir sorun...
Acaba, siz kaç kırlangıç kovaladınız?

Hiç geri çevirmediniz mi bugüne kadar
size sunulan bir dostluğu?

Hayatta bazı fırsatlar vardır ki,
sadece birkez karşımıza çıkar,
değerini bilemezsek kaçıp giderler.
Ve asla geri gelmezler.... :((
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:44 pm

YAŞAM NEDİR ?

Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte,
yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden... Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklarda
yıldızlarla konuşan... Mutluydum rüzgarla birlikte
maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken,
mutluydum gökkuşağı olup renkleri saçarken...

Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları
yeryüzünde... Hepsi zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin
peşinde... Bazen bir kuşun kanadına karışır,
uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte.

Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana... Göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. Ama
yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları
daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında... Sığınırken bir kaya
kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce...

Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için...Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim... Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. Koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. Yaşamı hissedebilmek için... Yaşam olabilmek için...

Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... Sıcaktı toprak, gökyüzünün
olamadığı kadar... Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...
Sevdim onu... Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...Toprağın
derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim... Zaman
geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... Yerimde duramaz hale geldim...

Güneşi özledim... Yıldızlara merhaba demek istedim.... Terk ettim
toprağı. Sıcaklığını, şefkatini. Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü
gördüm yeniden... Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür...

Aktım, gittikçe büyüyerek... Beni sarmalayan toprağa dokunarak
aktım... Nereye gittiğimi bilemeden... Sadece yaşamı ögrenebilmek
için aktım... Benimle çiçekler açtı ağaçlarda, topraktan otlar fışkırdı
delicesine... Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana
yaşam nedir diye sorduğumda... Büyümek istedim... Daha hızlı
akmak, denize kavuşmak istedim... Aktım gökyüzünün görünmediği
ıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları
peşimde sürükleyerek, başkaldırırcasına ... Başakların rüzgârla dans
ettiği ovalara geldiğimde duruldum... Onları seyredebilmek için
yavaşladım... Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı... Rüzgarla dans
mı diye?.. Cevap vermediler bana... Denizi aradım uzaklarda,
görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce dokunabilmek için.

Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken
dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm... Gördüm orada canlılığı,
başkaldırmışlığı, hasreti... Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak
istedim... Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi... Sevişmek
istedim onunla... Yaşamı istedim ondan... Dokunduğumda denize,
balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize... Bir oldum onunla...

Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum,
okyanus oldum. Kapladım dünyayı canlılığımla. Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım... Derinliğin sessizliğinde güzellikleri
buldum... Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize?
Cevap alamadım... İnsan olmak istedim... Yaşamın ne olduğunu
öğrenirim diye...Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda...
Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle... Büyümeye başladım
içinde olduğum insana fark ettirmeden... Büyüdüm, büyüdüm...

Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur
verdi... Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim... Güneşe
sarılmak istedim... Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim...
Yaşamı insanlara sormak istedim... Işıkla tekrar kavuştuğumda
özgürlüğümü hissettim yeniden... Küçük bir su damlasıyken
gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi...

Büyüdüm zamanla... Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte...
Sordum insanlara yaşam nedir diye?.. Cevap veremediler...
Bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime...
Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak,
bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini...
O zaman anladım ki; YAŞAM SEVGİDİR...
SADECE SEVGİ.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:44 pm

Yılan ve Adam

Çok eskiden köyün birin de bir yaşlı evliya ve fukara oğlu yaşarmış bu köyün
hemen karşısın da da çok ama çok yüksek bir de dağ varmış ve bu dağın tam
tepesin de için de bir yılan bulunan bir kuyu var imiş ne zaman bu yaşlı
evliyanın başı derde girse bu yılanın yanına gider ve yılan da ona bir altın
lira verirmiş gel zaman git zaman artık yaşlı adam oraya çıkamaz hale gelmiş
ve bir gün oğlunu yanına çağırmış ve demiş ki bak oğlum o dağın tepesin de
bir kuyu var oraya git kuyudan bir yılan çıkacak benim oğlum olduğunu söyle
ve sana vereceği emaneti al ve bana getir demiş oğlu da tamam baba deyip
koyulmuş yola kuyunun başına gelince yılan çıkmış oğlan anlatmış her şeyi
yılan da uyuya inmiş ve bir altın vererek bunu babana götür demiş oğlan da
için den söyle düşünmüş eğer ben bu yılanı öldürürsem kuyudaki bütün
altınları alır ve çok zengin olurum demiş ve yerden aldığı bir taşı yılana
fırlatmış taş yılanın kuyruğuna gelmiş ve can havliyle oğlanı ısırmış derken
epey zaman sonra oğlan zehirlenerek ölmüş adam iyileşmiş ve doğru yılanın
yanına gitmiş her şeyden haberi olan adam başlamış yılana anlatmaya işte
öyleydi böyleydi o cahildi falan
filan demeye ve demiş ki gel tekrar eskisi gibi dost olalım. yılan şöyle
cevap vermiş "yooooookkkkkk olmazzzzzzzzz bende bu kuyruk acısı sende de bu
evlat acısı varken biz artık dost olamayız"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:46 pm

SEVEN ADAMLA PAPATYA

Sevgisiz insan, bir gün şans eseri bir çiçek
bahçesinde bulmuş kendini, bahçedeki
çiçekleri hiç düşünmeden ilerlemiş bir süre.
Bir düzlüğün ortasında mola vermiş bir ara.
Etrafına bakmış bir süre, hiç bir çiçek
bir şey ifade etmemiş ona. Sonradan yıkılan
bir ağaç görmüş ve onun yanında bir papatya.
Papatya kendinden emin, o köşede yıkılan
ağacın yanında çıkan rüzgara göğüs geriyormuş.
Papatya o kadar güzelmiş ki...Sevgisiz insan
sevgiyi tanımış. Buna şaşırmış. Alışamamış,
ne yapması gerektiğini bilememiş. Pek tabii
bildiğini sanmış... Papatyayı sevmiş, okşamış,
rüzgar ona zarar vermesin diye araya girmiş
oturmuş... Papatya bir süre tekrar dikleşmiş.
Papatyanın zarar görmesinden öylesine
korkuyormuş ki, böylesi bir güzelliğin sonsuza
dek sürmesini, o kadar çok istiyormuş ki...
Papatyanın, ellerine dokunduğu her an, onu
hissettiği her an kendini dünyanın en mutlu
insanı hissediyormuş... Sevgiyi öğrenen adam,
gerek papatyayı korumak için gerekse ona olan
doyumsuzluğundan dolayı papatyayı koparmayı
ve yanına almayı istemiş. Onu bu bahçeden
koparmak ona çok doğru gelmiş çünkü, onu
yanında hep koruyabilecek, sevebilecekmiş.
Papatyayı hiç düşünmeden çekmiş,
koparmaya çalışmış, papatya buna direnmiş,
direnmiş. Seven adam anlayamamış
bu direnci, daha da güçle yüklenmiş papatyaya.
Aklı o zaman neredeymiş, kim bilir...
Papatya gün geçtikçe solmuş, solmuş...
Adamın gölgesi onu öyle bir kapıyormuş ki,
soluk almasını engelliyormuş. İşin garibi
adam bunu görsede anlayamıyormuş,
papatya soldukça üzerine daha çok titriyor,
iyice kapıyormuş güneşini. Sevmeyi yanlış
öğrenen adam, en sonunda dayanamamış
ve papatyayı tüm gücüyle kendine çekmiş.
Tüm dünyaya ne mutlu.. Ve o salak adama
ne mutlu ki, papatya herşeye rağmen
direnebilmiş gücü kalmasa da. Ama bu
direniş o kadar büyük bir güç gerektirmiş ki,
o herşeyden çok sevdiği papatya boynu bükük
kalmış... Seven adam işte o noktada her şeyi
görmüş ve anlamış, yaptığının acısı ona
öyle bir koymuş ki, sendeleyip yere düşmüş.
Hayatında tanımadığı acıyı çekmiş adam.
Hayatta kendini ilk defa haksız, ilk defa
bencil, ilk defa küçük hissetmiş. Ağlamak
para etmezmiş, üzülmekte. Güneş de
hemen fayda etmezmiş papatyaya.
Sevmiş adam, bir çiçeğe nasıl davranması
gerektiğini görmüş gözündeki perdeler
kalkınca... Ağlayarak çiçeğin yanında durmuş,
rüzgara karşı kendini siper etmiş yine ama
çiçeği ne koparmaya çalışmış bir daha, ne de
üzerinde gölge etmeye... Papatya, tekrar mutlu
bir şekilde bütün asilliğiyle ve gücüyle dimdik
ayakta durana kadar bekleyecekmiş öylece,
yakınında olacakmış çünkü, çiçeğin ona ihtiyacı
olacağı bir zaman olursa o da o anda çiçeğinin,
papatyasının yanında olacakmış. Seven adam,
papatya onu bir daha hiç sevmese bile, onu
sonsuza dek sevecekmiş, çiçek isterse uzakta,
çiçek isterse yakında... Çünkü seven adam için
değerli olan tek şey varmış, o da çayırda
tek başına ayakta durmaya çalışan eşi benzeri
olmayan güzellikteki o tek papatya.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:46 pm

ulsuz Dilekçe

Sevgili anneciğim, babacığım;

Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her yerde, her zaman koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem daha iyi öğrenirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım? Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin. Ama siz beni şımartmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutamayınca sizlere güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan edemiyorum. Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın.Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz.Bunları çabuk unuturum.Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder. Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. "Ben senin yaşında iken..." diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım. Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni, korkutup sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın.Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim. Beni dinleyin. Öğrenmeye en yatkın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karşılaştırmayın; umutsuzluğa kapılırım.Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin.Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana sure tanıyın. Yüzde yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin.Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın.Unutmayın ki ben de sizi yabancıların önünde güç durumlara düşürebilirim.Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca açıklamaktan çekinmeyin.Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz;tersine, beni size daha çok yaklaştırır.Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur. Biliyorum, ara sıra sizi üzüyor, belki de düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdikleriniz yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse bir çoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın. Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz ana-baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter. Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim. Sevgiler, Çocuğunuz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:46 pm

KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
hızla atıldı çapariye
önce müthiş bir acı duydu dudağında
gümbür gümbür oldu yüreği
sonra hızla çekildi yukarıya...

Aslında hep merak etmişti
denizlerin üstünü
neye benzerdi acep gökyüzü.
Bir yanda büyük bir merak
bir yanda ölüm korkusu.

"Dudağı yarıklar " denir,
şanslıdır onlar, hani
görüp de gökyüzünü , insanı
oltadan son anda kurtulanlar.

Ne çare balıkçının parmakları
hoyratça kavradı onu
küçük istavrit anladı yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği.
Oysa, şimdi yüzerken
küçücük yeşil leğende,
ansız uzanıvermiş dostlarına
değiyordu minik yüzgeci.

İnsanlar gelip geçtiler önünden
bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
yavaşça karardı dünya,
başı da dönüyordu.
Son bir kez düşündü derin maviyi,
beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.

İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibaret sade
bir törenle, saldım denizin sularına.

Bir an öylece baka-kaldı
Sonra sevinçle dibe daldı.
Gitti tüm kederimi söküp atarak,
teşekkürü de ihmal etmemişti.
Bir kaç değerli pulunu
Elime, avuçlarıma bırakarak.

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu niye?
" Bir gün dedim, bulursam kendimi
yeşil leğendeki
küçük istavrit kadar çaresiz,
Son ana kadar
hep bir umudum olsun diye... "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:47 pm

KÜÇÜK ÇİN BALIĞI

Birgün, bir denizde, onsekiz, yirmi metrede, küçük bir
balık yanaştı kulağıma... Balıkça bilirmisin dedi...
Bilmezmiyim... Hemen başımı salladım. Dinle dedi,
sana bir sır vereceğim... Neymiş o dedim...
Ağzımdan kabarcıklar merakla yükseldi... Aşığım dedi
küçük balık çok aşığım... İşte o günden beri
kıskanırım küçük balıkları için için...
Küçük balıkla dost olmayı düşledim...
Bir deniz kestanesi kırdım, mutlu düşleri, başka
bir balığın peşinde yedi, deniz kestanesini...
Adın ne senin dedim usulca.. Adım mı ? bilmem...
Benim adım yok, ben balığım dedi...
Peki sana küçük çin balığı desem olur mu? dedim...
Seni mutlu mu edecek dedi... Belkide eder kimbilir..
Peki benim adım küçük çin balığı olsun dedi, yüzdük,
yüzdük, yüzdük... Yoruldum dedim, biraz dinlenelim mi?
Yüzüme baktı, olur dedi küçük çin balığı... dinlenelim.
Niye yüzüme baktığını anlıyamadım, sorsam mı dedim;
soramadım, ağzımın ucunda bir soru kaldı ve küçük çin balığı
bunu farketti.. Toparlandım hemen, nereye yüzüyorduk?
Bir yerlere mi yüzmeliydik dedi, bilmem dedim gayriihtiyari
bilmem... Yüzüyorduk öylece dedi küçük çin balığı.
Yetmez mi ki, bu sana... Yeter, yeter dedim. Dedim ama..
İçimde garip bir şey kıpırdadı adını koyamadım. Öylece
yüzmeye devam ettik, öylece... Sanki yıllardır düşlediğim,
hedefi olmayan, sadece elini tuttuğumda içiminin ısındığı
bir sevda gibi.. Öylece yüzüyorduk...Ben, bir adam,
o, bir balık... Küçük çin balığı...
Sanki düşlerimi okudu istersen ayrılalım dedi...
Neden, nedenmiş o? İstersen ayrılalım ona yaklaşıyoruz..
O mu? O da kim?
Ne çabuk da unuttun... hani sırrım, hani aşık olduğum...
Bir yudum sessizlik düğümlendi içimde... Onca
sessizliğin içinde zamanımıydı şimdi? Neler oluyor bana...
Bu oksijen narkozu olmalı, biraz yukarı çıkmalıyım..
İki metre, evet evet.. İki metre yeter..
Vedalaşmadan mı gidiyorsun?
Ne diyebilirim, sen, bir düş değil misin...
Sen, benim düşlerimin küçük çin balığı değil misin...
Usulca süzüldü, yanağıma sokuldu,
soğuk suların tüm sıcaklığıyla...
Tüpüm bitmek üzere.. Çıkmalıyım.. Dönünce?...
Bekleyeceğim seni, kendine iyi bak,
böyle hüzünlü bitmesin dedi ve maviliklerin
içine doğru süzülüp kayboldu...
Anlamsız, içim boş, yükselmeye başladım.
Çıktığımda yanımdakiler telaşlıydılar... İyimisin?
Biraz şöyle uzan istersen... Ayşegül de belli etmemeye
çalıştığı panikle yanağımı tuttu, canım, iyisin değil mi?
Başımı salladım, gözlerine bakamadım... Herşeyi bir anda
eleveririm gibi... Vazgeçsen şu sevdadan, her seferinde
böyle beklemek... Vazgeçmek mi bu sevdadan dedim,
usulca, daha neresindeyim onu bile bilmeden....
kıyıya akşamın hüznü çöktü...
En sevdiğim saatlerde, keyifsiz yudumladım rakıdan..
Ayşegül, kadınsal içgüdüleriyle huzursuz,
bense bir balığa........Saçmalıyorum..
Hep istediğim şey oluyor, sistemli deliriyorum, evet...
Evet, işte böyle olsa gerek, sistemli deliriyorum...
Toplanıp gitmek istiyorum herşeyi.. Elbiselerimi, tüpümü,
herşeyi.. Ayşegül de dahil, herşeyi bırakıp gitmek istiyorum...
Anlamsız bir hırsla eşyalarımı topladım...
Valizim tıkış tıkış, içim de öyle.. Ve içimden kaçıp kopmak
geliyor yaşamdan, kopup esmek dağlara doğru...
Ama ya, ömrüm boyu, yakama yapışırsa küçük çin balığı...
Ya, yaşamım boyunca, soğuk suların sıcak öpücüğü gibi
rüyalarımı basarsa... Tüm bitiremediğim aşklarımdan
biri olursa. Düşüncelerime inanamıyorum.
Liseli gençlerin aşkı kokuyor... Yok yok...
Tekrar dalmalıyım, bu salakça düşü noktalamalıyım...
Sabahın ilk ışıklarıyla terleyerek uyandım. Elbiselerimi,
paletimi zor topladım. Sahilin ıssızlığında giyindim, henüz
güneşin ısıtamadığı sularda ürperdim. Yavaşça mavinin
büyüsüne bıraktım kendimi... Liseli heyecanım başladı.
Soğuk suların içinde ellerim terledi, ilk aşkımı hatırladım..
Aşkımı mektupta ilan edebilmiştim... O da kabul etmişti.
Sonra buluşmaya karar verdik. O nu ilk gördüğümde
düşecekmiş gibi olmuştum. Bunu nasıl da unutmuşum...
Dudaklarımın ucuna salakça bir liseli gülümsemesi yapıştı,
öylece süzülüyorum mavilere. Biran önce havamı
bitirip çıkmak ve bu salakça düşe son vermek için...
Binlerce balık süzülüp geçiyor yanıbaşımdan oraya buraya
dağılıveriyor... Ben se, küçük çin balığını arıyorum...
Belki de umutlarımı, küçüklüğümden beri kurduğum düşleri,
küçük olduğum için savaşamıyıp kaybettiğim aşkımı...
Kısacası kendimi arıyorum...
Ya ben dedi, küçük çin balığı yumuşacık bir sesle... Ya ben!..
Binlerce volta tutulmuş gibi sıçradım soğuk suların içinde.
Sular kaynadı, kaynadı da yaktı beni sanki...
Bir nefes daha almayasım geldi tüpümden,
öylece kendimi bırakıvermek maviliklere... Ama sen.. Sen,
diye şaşkın kekeledi küçük çin balığı... Sen bana... Evet,
küçük çin balığı, ben sana... İçimde yılların boşluğu doluverdi..
Bir söz, üstelik bir tamamlanmamış söz... Donduk, donduk da
kaldık sanki öylece. Laf bitti koskoca denizde. Laf bitti...
Nolucak şimdi dedim... Hiç dedi; yüzeceğiz.
Sen, daha mutlu. Ben, şaşkın ve düşünceli...
Neden şaşkın ve düşünceli diyemedim...
Unutma, ben aşığım dedi, şimdiyse şaşkın,
sen yıllardır düşlediğimsin, olamıyacak hayalimsin
ve işte karşımdasın, ansızın çıkıpgeldin, beni, çok
etkiliyorsun ama ben, yine de aşığım...
Yüzdük, lafın bittiği denizlerde...
Mavilikler bir garip, artık eski renginde değil.
Sanki, sanki küçük çin balığının pırıltıları solmuş.
Sanki, küçük çin balığı, tanımlıyamadığı
garip bir hüzün dalgasında sürükleniyor.
Elimi uzattım... Yüzüme dostça bir gülücük oturttum...
Oysa içim?.. Havam bitmek üzere...
Biliyorum dedi, benim de zamana ihtiyacım var, bunu da
sen biliyorsun, ama dostluğum hep yanında olacak...
Bakışlarımı gizledim, anlamlarını körelttim,
aklımı onda bırakıp, yukarıya süzüldüm ..
Ayşegül sahilde öylece hareketsiz...
Yanıma gelmedi, gittim yanına oturdum...
İkimizde denize dönük... Nasıl bir oyun bu dedi,
sesinin son enerjisi ile nasıl bir oyun bu?..
Bilmem dedim, bilmem... Belki de ölümcül.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:47 pm

KURABİYE HIRSIZI

Bir gece kadının biri bekliyordu havaalanında,
Daha epeyce zaman vardı, uçağın kalkmasına.
Havaalanındaki dükkandan bir kitap ve bir paket
kurabiye alıp, buldu kendisine oturacak bir yer.

Kendisini kitabına öyle kaptırmıştı ki, yine de
Yanında oturan adamın olabildiğince cüretkar bir şekilde
Aralarında duran paketten birer birer kurabiye
Aldığını gördü, ne kadar görmezden gelse de.

Bir taraftan kitabını okuyup, bir taraftan kurabiyesini yerken,
Gözü saatteydi, "kurabiye hırsızı"yavaş yavaş
Tüketirken kurabiyelerini.
Kulağı saatin tik tak larındaydı ama yine de
engelleyemiyordu tik tak lar sinirlenmesini.
Düşünüyordu kendi kendine, "Kibar bir insan olmasaydım,
Morartırdım şu adamın gözlerini!"

Her kurabiyeye uzandığında, adam da uzatıyordu elini.
Sonunda pakette tek bir kurabiye kalınca
"Bakalım şimdi ne yapacak?" dedi kendi kendine.
Adam, yüzünde asabi bir gülümsemeyle
Uzandı son kurabiyeye ve böldü kurabiyeyi ikiye.
Yarısını kurabiyenin atarken ağzına, verdi diğer yarıyı kadına.

Kadın kapar gibi aldı kurabiyeyi adamın elinden ve
"Aman Tanrım, ne cüretkar ve ne kaba bir adam,
Üstelik bir teşekkür bile etmiyor!"
Anımsamıyordu bu kadar sinirlendiğini hayatında,

Uçağının kalkacağı anons edilince bir iç çekti rahatlamayla.
Topladı eşyalarını ve yürüdü çıkış kapısına,
Dönüp bakmadı bile "kurabiye hırsızı" na.
Uçağa bindi ve oturdu rahat koltuğuna,
Sonra uzandı, bitmek üzere olan kitabına.

Çantasına elini uzatınca, gözleri açıldı şaşkınlıkla.
Duruyordu gözlerinin önünde bir paket kurabiye!
Çaresizlik içinde inledi, "Bunlar benim kurabiyelerimse eğer;
Ötekiler de onundu ve paylaştı benimle her bir kurabiyesini!"
Özür dilemek için çok geç kaldığını anladı üzüntüyle,
Kaba ve cüretkar olan,"kurabiye hırsızı"kendisiydi işte.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:47 pm

KORKMAK

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için,sevmekten korkuyor.Sevilmekten korkuyor,kendisini sevilmeye layık görmediği için.Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor,eleştirilmekten korktuğu için.Duygularını ifade etmekten korkuyor,reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor,gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor,dünyaya iyi birşey vermediği için.Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:47 pm

KISSA'DAN HİSSE

Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür.
Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.
Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
-- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki,
padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve
gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a
çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir
dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan
bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
-- Kimdir bu?
Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler.
Ayyaşın meyhusun biri işte!..
-- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık
komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır.
Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar...
Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem
şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli
kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
- isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını
gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
-- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem...
Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,
paklanması var. Tekfini, telkini...
-- Merak etme ben beceririm.
Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den,
en azından Fatih Camii'nden...
-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur.
Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur
ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş;
ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında.
Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur
dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama,
vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar,
musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli
vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
-- Nasıl yani?..
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah
garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi
metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar...
Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki.
Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir...
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar
nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
elindekini avucundakini verir
satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
-- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
-- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi.
Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben
menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal.
Hucceti islam okurdum...
-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep
uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında
durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya...
Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle
böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek.
inan cenazen kalacak ortada...
-- Doğru, öyle ya?..
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını
kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla
bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra;
- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:47 pm

KIRMIZI ARABA

Arkadaşım Gayle dört yıldan bu yana kansere karşı
yaşam mücadelesi veriyordu.

Diğer arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk. Gayle başını pencereye doğru çevirdi. Gözleri çok uzaklarda, sesi sitem dolu “Ben, kumandalı, kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep, ama doğum günümde ne istediğimi söylersem; dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim bunu. Bu nedenle de asla radyolu,
kırmızı bir oyuncak arabam olmadı.” dedi.

Gayle’i ziyaretimden bir kaç gün sonraydı. Çok sevdiğim
dondurmayı almak için sırada beklerken birden dondurmacının vitrinindeki kırmızı oyuncak arabayı gördüm.

Yanına da bir not iliştirilmişti: "Dondurmanızı alırken vereceğimiz kuponu doldurmayı unutmayın, belki de çekiliş sonunda
bu kumandalı araba sizin olabilir."

Hemen Gayle’in sözleri geldi aklıma. Bir kaç hafta boyunca sürekli dondurma alıp , verdikleri kuponları doldurdum. Hiç bir çekilişte de kazanamadım. Bu kırmızı arabayı mutlaka Gayle’e almalıydım.

Dördüncü haftanın sonunda artık çekilişte
kazanmaktan ümidimi yitirmiştim.

Dükkan sahibi ile konuşarak bana bu arabalardan
bir tanesini satmalarını rica ettim.

Dükkan sahibi dört haftadır hergün dondurma alıp, kuponları doldurduktan sonra büyük bir heyecanla çekiliş sonuçlarına
baktığımın gözünden kaçmadığını söyledi.

Ardından da gözlerimin içine bakarak:
"Söyler misiniz, neden bu kadar çok istiyorsunuz
bu arabayı? "diye sordu.

Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan ona arkadaşımdan
söz ettim. Çok etkilenmişti. "İstediğiniz oyuncak arabayı
verdiğiniz adrese göndereceğim" dedi. Yazdığım çeki masanın
üstüne bırakarak , büyük bir mutlulukla evime geldim.

Ertesi günü Gayle’i ziyarete gittiğimde gözleri ışıl ışıldı.
Elindeki kırmızı oyuncak arabayı göstererek küçük bir çocuk heyecanıyla: "Bak" dedi. "Bunca yıl bekledim ama nihayet
dileğim gerçekleşti, hem de tam istediğim gibi !"

Ertesi günü postacı bir zarf uzattı elime.
Açıp okumaya başladım:

"Sevgili Bonnie, annem ve babam da kanserdi ve ikisinide,
altı ay gibi kısa bir sürede kaybettim. İkisi içinde çok çabaladım
ama doğrusu dostlarımın sevgisi ve cömertliği olmasaydı hiç
bir şey yapamazdım. Gerçek dostlarım olduğu için kendimi hep
şanslı hissettim. Gayle’de senin gibi bir dostu olduğu için
çok şanslı. En iyi dileklerimle. Norma"

Dondurma dükkanının sahibiydi mektubu yazan.
Benim masasına bıraktığım çek de zarfın içindeydi.


En son sensetive tarafından C.tesi Mayıs 09, 2009 7:48 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 28
Nerden : Pc den

Başkalarının Yazdığı Öyküler Empty
MesajKonu: Geri: Başkalarının Yazdığı Öyküler   Başkalarının Yazdığı Öyküler EmptyC.tesi Mayıs 09, 2009 7:48 pm

KEDERLİ KIZ ARİANE...

Ariane, kıyılarında dalgaların kudurduğu, Naksos
adasında yaşıyordu... Aşktan nasibini alamamış kederli
kız Ariane, sevgilisi Theseus tarafından terkedilmişti.

Bu acıyla ağlayıp sızlıyor, Theseus'a beddualar ediyordu.
Bazen kıyıda kumlar üzerine uzanıyor, kumları gözyaşları
ile ıslatıyordu. Bazen de denize hakim yüksek bir kayaya
çıkıyor ve Theseus'u götüren mavi geminin uzaklarda
kayboluşunu tahayyül ederek, ayrılık gününü içi
yanarak anıyor ve bağırıyordu:

-"Theseus! Duygusuz, taş gibi bir yüreğin var! Seni
hangi dişi aslan dünyaya getirdi? Senin yanında ne kadar
mesuttum. Her şeye boyun eğen bir köle gibi sana hizmet
etmedim mi? Senin yorgun ayaklarını yıkayan ben değil
miydim? Yatağının üzerine erguvan renkli örtüyü kim
yayıyordu? Beni bu ıssız adada bırakıp gideceğine, babamın
evine götürseydin. Bundan sonra ben ne yapabilirim? Benim
kederimi kim dağıtacak, bana kim ümit ve teselli getirecek?
Kıyılarında azgın dalgaların gürültüler çıkararak parçalandığı
bu adada ben nasıl yaşayabilirim? Derin ve korkunç deniz
beni babamdan ve tanıdıklarımdan ayırıyor. Hayatımın
ilk baharında, bu kayalık, ıssız adada terkedilmiş
bir halde ölecek miyim?"

Bir gün, gönlünde sayısız kederlerin dolup taştığı güzel
saçlı bakire, bitkin bir halde kıyıya uzanmış ve kendinden
geçmişti. İşte tam bu sırada rüzgarda uçuşan sarı saçları
ile esrarengiz bir delikanlı, Naksos adasına çıktı.

Karaya ayağını basar basmaz, bu ıssız adanın güzel kızı
genç Ariane'i uykunun kolları arasında gördü.

Esrarengiz delikanlı, sonsuzluğun ve yalnızlığın kralı idi.
Uzay'ın uzanıp giden boş sesizliğine hükmediyordu.
Bütün bunlara rağmen yaşamdan mesut olmasını
biliyordu. Genç kralın gönüllerden kederi kovan,
muztariplere neşe ve teselli getiren bir tabiatı vardı.

Güzel Ariane'e baktığında kalbi heyecanla çarptı, iri gözleri
ile onun uyuyuşunu, bu güzel manzarayı doya doya seyretti...

Zavallı Ariane bir kayanın oyuğuna uzanmıştı. Uzun
saçlı başını sol kolunun üstüne koymuş, sağ kolu da
ilahi çehresinin parlak ve tatlı güzelliğini çerçeveliyordu.

Uyandığında genç kral ona yaklaştı:
-"Güzel peri kızı", dedi. "Sen şanlı bir kralın sevgilisi
olmayı hak etmeden evvel Theseus'un ümitsiz aşığı idin.
İlkbaharın neşesiyle canlanmadan önce kış soğuğu
ile uzun zaman uyumuştun." Böyle söylerken Kral,
elindeki tacı, hoşuna giden bu güzel kızın dalgalanan
saçları üzerine koydu. Fakat bu parlak taç, Ariane'in
alnına dokunur dokunmaz; uzadı, göklere kadar yükseldi.
Üzerinde bulunan kıymetli taşların, cevherlerin her biri,
gökyüzünde birer yıldız oldu. Kralın Kraliçesini bulmasının
ve birleşmelerinin hatırasını ebedi olarak saklamak için bu
yıldızlar tacı, gökyüzünde çakılı kaldı. Artık Genç Kral'ın
sonsuzluğu ve uzayın karanlığı yıldızlarla cümbüşlenmişti.

Ariane'in iffeti, yalnızlığı ve kalbinin hüznü ona
günün birinde sonsuz mutluluğu getirmişti. Bunun için
binlerce yıldır yıldızlar onlara bakmasını bilen
mutlu insanlara göz kırparlar......
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Başkalarının Yazdığı Öyküler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Doğa ÇiçekLeri Forum :: Kültür & Sanat Rehberi :: Edebiyat-
Buraya geçin: