Doğa ÇiçekLeri Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Doğa ÇiçekLeri Forum

Doğa ÇiçekLeri Forum
 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Ahmet Arif

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:52 pm

Bazı Şiirleri

ANADOLU

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?









HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

OTUZÜÇ KURŞUN

1.

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...

Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek doğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

2.

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alacakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yurekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.

Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yuceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.

Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...

Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul-usul yoklayıp
Aradılar.
Didik-didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...


5.

Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...



SEVDAN BENİ

Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...


En son sensetive tarafından Salı Mayıs 12, 2009 6:54 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:53 pm

Yaşamı


21 Nisan 1927 tarihinde Diyarbakır'da doğdu, 2 Haziran 1991 tarihinde Ankara'da öldü. Asıl adı Ahmed Önal' dır. Ortaöğrenimini Afyon Lisesi'nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi iken Türk Ceza Yasası'nın (T.C.K.) 141. ve 142. maddelerine aykırı davranmak savıyla (1950, 1952-1953) iki kez tutuklandı, yargılandı ve 2 yıl hüküm giydi. Cezaevi günleri sona erince Ankara'daki Medeniyet, Öncü ve Halkçı gibi gazeteler ve dergilerde teknik işlerle uğraşarak yaşamını kazandı.

Şiirleri Beraber, İnkılâpçı Gençlik, Meydan, Militan, Kaynak, Seçilmiş Hikâyeler, Soyut, Yeni a, Yeni Ufuklar, Yeryüzü dergilerinde yayımlandı. Toplumcu gerçekçi şiirimizin ustalarındandır. Yaşadığı coğrafyanın duyarlılığı ve halk kaynağındaki sesini hiç yitirmeden, lirik, epik ve koçaklama tarzını kusursuz bir kurguyla kullanarak, özgün, tutkulu, müthiş ezgili çağdaş şiirler yazdı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:54 pm

Yapıtları


Hasretinden Prangalar Eskittim (1968)
Cemal Süreya'ya Mektuplar (1992)
Yurdum Benim Şahdamarım (2003)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:55 pm

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM


Akşam Erken İner Mahpushaneye
Anadolu
Ay Karanlık
Bu Zindan Bu Kırgın Bu Can Pazarı
Diyarbekir Kalesinden notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi
Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden
Hasretinden Prangalar Eskittim
İçerde
Kara
Karanfil Sokağı
Leylim Leylim
Merhaba
Otuz Üç Kurşun
Sevdan Beni
Suskun
Unutamadığım
Uy Havar!
Vay Kurban
Yalnız Değiliz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:56 pm

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM" de YER ALMAYAN ŞİİRLERİ


Onur da Ağlar
isimsiz
isimsiz
isimsiz
isimsiz
Kalbim Dinamit Kuyusu'ndan Bölümler
Rüstemo
Togliatti
Tutuklu
Yurdum Benim Şahdamarım
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:57 pm

BESTELENEN ŞİİRLERİ

Ay Karanlık, Ahmet Kaya - Maviye Çalar Gözlerin
Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmet Kaya - Hasretinden Prangalar Eskittim
Kara, Grup Ekin - De Be Aslan Karam
Otuzüç Kurşun, Grup Baran - Otuzüç Kurşun
Otuzüç Kurşun, Zülfü Livaneli - Kirvem
Suskun, Fikret Kızılok - İki Parça Can
Suskun, Ahmet Kaya - Ağlama Bebeğim
Unutamadığım, Grup Baran - Unutamadığım
Uy Havar!, Ahmet Kaya - Oy Havar
Vay Kurban, Grup Baran - Seni Sevmek Felsefedir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 6:58 pm

Ahmed ARİF'in Rıfat ILGAZ'a yazdığı Mektup

Sevgili Rıfat ağabey,

Halkımın, yurdumun büyük acısı, büyük hüznü, sonsuz sevinci ve yıkılması imkânsız onurusun.

Büyük şair, büyük inanç adamı, büyük namus anıtı ve büyük ozansın.

Sana "Ağabey" diyebildiğim için mutluluk duyuyorum. Şunun şurasında bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile, kahrolarak verdik gitti... Alnımız ak, yüreğimiz pırıl pırıl...

Merhaba Sevgili ağabey...


Ahmed ARİF










Ahmet Arif Ahmedarifinrifatilgazay
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:01 pm

Rıfat ILGAZ'ın Ahmed ARİF'e yazdığı Mektup



Sevgili Ozan Kardeşim, Ahmed Arif!

Son kere Yeşilköy'den seslenmişin bana! Seni hep yeşillikler içinde düşünüyorum, anımsayınca...

"Bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile kahrolarak" verdin! Alnın ak, yüreğin pırıl pırıl... Benim eşsiz, değerli kardeşim, içli, özgün şairim! Hoşça kal, solmaz tükenmez yeşillikler içinde! Unutmadık, unutmayacağız seni, halkımızın yaşadığı sürece. Yapıtların, anıların belleklerimizden silinmeyecek!

Sevgili kardeşim, bekle yeşillikler içinde beni!



Ahmet Arif Rifatilgazinahmedarifey
Ahmet Arif W390
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:02 pm

AHMED ARİF


«Bir şair: Ahmed Arif
Toplar dağların rüzgârlarını
Dağıtır çocuklara erken»


«Hasretinden Prangalar Eskittim» kitabıyla Ahmed Arif’in şiiri de gün ışığına çıktı. Böylece Ahmed Arif’in Türk şiirinde zaten öteden beri sağlamış bulunduğu yer, okurun gözünde de matematik bir kesinlik kazandı. Sanırım, bu yer, bundan sonra en az tartışılır yerlerden biri olarak kalacaktır. Şu yaşadığımız günler sarsıntılı, karmaşalı günler. Çok hareketli günler. Ama bu arada fikir ve sanat hayatımızda yerleşik değerler ile yeni değerler arasında, yerleşik değerlerin kendi içinde, yeni bir trafik doğmuş bulunuyor. Şimdiye dek şu yönden bakılmış değerlere şimdi bir de bu yönden bakılmakta, dayanıksız değerler ufalanmakta, silinmekte, çok şeyin hesabı görülmektedir. Ayrıca sağlam değerler yerlerini bulmaktadır, ya da bulmaları için pek bir şey kalmamaktadır. Bunun için, iyidir diyorum, bu sarsıntı, bu karmaşa. Daha önce şairler arası bir «pazarı» olan Ahmed Arif de bu arada bu durumdan fırlayıp okura uzanmak olanağını buldu, ya da gereğini duydu.

Ahmed Arif Diyarbakır’lı. İlk şiirleri 1948-1951 yılları arasında bir iki dergide göründü. O günlerde kendisi Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde, felsefe bölümünde öğrenciydi. Sonra tutuklandı. İlk şiirlerini ortaya çıkardığı sıralarda Orhan Veli ve arkadaşları şiire iyice hâkim görünüyorlardı. Garip dönemi bitmiş, Sabahattin Eyuboğlu'nun deyimiyle “halk olarak sanatın” dolaylarında dolaşılmaya başlamıştı. Bütün gençler, bütün yeni yetmeler Orhan Veli'ye, Oktay Rıfat'a, Melih Cevdet Anday'a öykünüyordu. Sanki şiir yalnız onların yazdığıydı; onların yazdığından başka şiir olamazdı sanki. Gençlerin bu bilinçsiz tutumu şiirimize zararlı olmuştur. Ama genç sanatçıların çoğu böyle olmakla birlikle, aralarında kendi çıkış noktalarını geliştirmeye çalışan, Orhan Veli ve arkadaşlarına pek kulak asmayan kimseler de yok değildi. Ahmed Arif’i de bunlardan biri olarak görüyoruz. İlk şiirinde bile. Gariple gelen şiirin içeriğine aldırmamıştır. Önerilmekte olan ve bir çeşit şiirsiz şiir diyebileceğimiz hareketi umursamadan kendi doğrultusunda çalışan birkaç şairden biri de odur.

Ahmed Arif’in şiiri bir bakıma Nâzım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nâzım Hikmet'in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. Nâzım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. Ovada akan «büyük ve bereketli bir ırmak» gibidir. Uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları «âsi» dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. «Daha deniz görmemiş» çocuklara adanmıştır. Kurdun kuşun arasında, yaban çiçekleri arasında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir. Ama o ağıtta, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına dönülecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin bir parıltı vardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir. Karşı koymaktan çok, boyun eğmeyen bir doğa içinde. Büyük zenginliği ilkel bir katkısızlık olan atıcı, avcı bir doğa içinde.

1959-1962 yılları arasında Ankara'daydım, Muzaffer Erdost tanıştırmıştı bizi. Hemen dost olmuştuk. O sıra, Muzaffer Erdost Ulus gazetesinin basımevi müdürüydü. Ahmed Arif de Medeniyet gazetesinde çalışıyordu. Haftanın üç-dört günü beraberdik. Daha doğrusu üç-dört gecesi. Ben, geceye doğru, saat 11-12 sıralarında Ulus gazetesine giderdim. O ara, kendi gazetesini erkenden bağlamış bulunan Ahmed Arif de oraya gelmiş olurdu. Muzaffer'in odasında oturur, sabaha kadar konuşurduk. Nelerden konuşurduk? Her şeyden. Sabahleyin, yürüye yürüye Kızılay'a kadar gidilir, orada ayrılınırdı. Yaz, kış, hep böyle. Bu sıkı ilişki birbirimizi iyice tanımamıza yardım etti. Her şairin konuşma tarzıyla (hattâ yüzüyle) şiiri arasında bir yakınlık, bir benzerlik vardır muhakkak; ama konuşmasıyla şiiri arasında bu kadar bir özdeşlik bulunan bir şaire ilk kez Ahmed Arif’te raslıyordum. Onun şiiri, konuşmasından alınmış herhangi bir parça gibidir; konuşması ise, şiirin her yöne doğru bir devamı gibi. Bir bakıma «Oral» (ağza ilişkin) bir şiirdir onunki. Bizde oral şiirin tuhaf bir kaderi vardır: bu şiirde, genellikle, ya kuru bir söylevciliğe düşülür, ya da harcıâlem duyguların tekdüze evrenine. Daha doğrusu, nedense şimdiye kadar genellikle böyle olmuştur. Bu, sözün yakışığı uğruna, şiirin elden çıkarılması, harcanmasıdır. Ahmed Arif’in şiirinde böyle bir sakınca yok. Hiç bir zaman söyleve düşmez. Bir duygu sağnağı, imgeler halinde, sıra sıra mısralar kurar. Ana düşünce, dipte, her zaman belirli, ama sakin durur; çoğalır, büyür belki, ama kalın bir damar halinde hep dipte durur. Ahmed Arif, kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir. Anlatımıyla, şiirin özü arasında özdeşlik vardır. Türkçe destan türünün en ilginç deneylerini yapmıştır. En ilginç çıkışını desek daha yerinde olacak Bir yalçınlığı koyuyor şiirine Ahmed Arif, bir graniti. O yalçınlıktan, birden, sınır köylerine iniyor; «tavukları birbirine karışan» insanları anlatıyor. Bu birdenbirelik onu kekre diyebileceğimiz bir lirizme ulaştırıyor. Ya da tersi oluyor. Eksiksiz bir silah koleksiyonunun arasından görüşmecisinin yolladığı taze soğan demetini görüyorsunuz. Ahmed Arif, Doğu Anadolu'nun, sınır boylarının yersel görüntüleri içinde oraların türkülerini kalkındırıyor, bütün Anadolu türkülerine ulaştırıyor onları, büyütüyor, besliyor; ama boğulmuyor onların arasında. Doğu Anadolu insanının müthiş malzemesini korkusuz bir lirizm içinde önümüze yığıyor. Sonra bütün Anadolu insanına doğru yayıyor onu. Pir Sultan Abdal'ı, Urfa'lı Nazif'i, Köroğlu'na, Bedrettin'e götürüyor. Büyük bir sevgiye, bir umuda çağırıyor Anadolu insanını; gözlerinden öperek, çıldırasıya severek. Evet, halk türkülerinden yararlanıyor Ahmed Arif. Yalnız, halk kaynağının, edebiyat için, şiir için, türkülerden öte daha bir sürü olanak taşıdığını, hatta öbür halk kaynakları içinde türkülerin o kadar da büyük bir ağırlık taşımadığını iyi biliyor. Bu yanıyla halk kaynağına eğildiklerini sanan başka şairlerden ayrılıyor. Onlar gibi sadece türkülere yaslanmıyor. Özellikle destan türü için vazgeçilmez olan tavrı tâ temelden takınıyor. Çalışmalarını ona göre yapıyor.

Ahmed Arif kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini getirmiştir, dedik. Bir de, Paul Eluard için söylenmiş bir sözün onun şiirine de uyduğunu söyleyelim: Paul Eluard’ın şiiri imgenin tutsağı değildir; gerçeküstücü döneminde de, ondan sonraki dönemde de, şiirin temelinde yatan ana öğe, mısraların kısalığı, kuruluş tarzı ve bunların birbirleriyle bağlama biçimi sayesinde ipuçlarını hiç bir zaman saklamamıştır. Ahmed Arif’te de öyle. İmge, çıplaklığın çarpıcılığını taşır; düşünce, vurucu özelliğini ilk anda kullanır. «Hasretinden Prangalar Eskittim»de bunun birçok örneğini görüyoruz. Sonra imge onda sınırlı bir öğe değil. Bir bakıma şiirin kendisi, bütünü. Öyle ki bütünüyle vardır onun şiiri. Kelimeler ilişkin oldukları kavramları aşan ve daha geniş durumları kavrayan bir nitelik gösteriyor. Şiirin bütünü içinde kullanılmış bazı düz sözler inanılmaz bir çarpıcılık, bir imge yeteneği kazanmaktadır Ahmed Arif’te. Öte yandan, şiirin içinde birer ikişer kelimelik mısralar halinde akan bu sözler biçim yönünden de önem kazanmaktadır. Öyle ki, kendiliğinden doğan ve yalnız Ahmed Arif’e özgü gizli bir aruz gibi bu sözlerden bütün şiire bir müzik yayılmakta, ya da bütün şiir çekidüzenini onlarda bulmaktadır.

Sözgelimi, Otuzüç Kurşun'da:

Yakışıklı
Hafif
İyi süvari

mısralarının;

yine aynı şiirde:

ve karaca sürüsü
Keklik takımı...

mısralarının böyle bir işlevi vardır.

Bu, Mayakovski'nin ritm elde etmek için yaptığı biçim çalışmalarını akla getiriyorsa da, aslında bu noktada iki şairin tutumlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Mayakovski için, ritm, bir yerde, her şeydir; «şiirin temel gücünü» ritmde bulur o; bir endüstriye benzettiği şiir için ritm manyetik gücü ya da elektriklenmeyi temsil eder. Ahmed Arif için ise ritm sadece bir olanak olarak önemlidir. Ama aralarındaki asıl ayrım surda sanırım: Mayakovski'de ritm, bir bakıma, şiirin dışında bir yerdedir, anonim bir tekniktir. Bunun için sık sık düşey ya da yatay ses benzerliklerine, bağdaşımlarına başvurur. Daha özetlersek: Mayakovski ritmi ses'te aramaktadır. Ahmed Arif ise söz'de arar. Bunun için onun şiiri bir noktada «oral» niteliğini bırakır, çok ötelere gider. Bu yanıyla çağdaş şiirin en yeni yönsemelerine karışır. Özellikle imge konusunda yaptığı sıçrama onu bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri yapmıştır. Zaten birçok şairin onun etkisinden geçmesi de bunu gösteriyor. Sadece bu bakımdan bile «Hasretinden Prangalar Eskittim», geç kalmış bir kitap değildir. Bir de şu bakımdan geç kalmış bir yapıt değildir «Hasretinden Prangalar Eskittim»: Yaşsız bir şiirdir Ahmed Arif’in şiiri. Günün değil, çağın değil, çağların «aktüalite»siyle doludur. «Künyesi çizileli» kimbilir kaç yıldız uçmuştur. Dirsek teması içinde bulunduğu köylülerin, yürüyerek gezdiği kasabaların arasından tarihi kalın çizgilerle görmeyi sever. Tarihi ve uygarlığı. Yalnız, «Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi»nde daha güncül bir tavrı var. Otuzüç Kurşun'da da biraz öyle. Bir yerde tarihten önce yaşamış bir ozan konuşuyor sanırsınız, başka bir yerde en genç kuşağın bir verimi karşısında gibisinizdir. Bu bakımdan elli yıl sonra da yayımlansaydı aynı ilgiyi görecek, sevilecekti bence.

Hollanda'ya gittiğimde orada Van Gogh'un sarılarının kaynağını bulmuş ve daha çok sevmeye başlamıştım. Van Gogh'un resimlerindeki sarıları. Çünkü Hollanda’daki coğrafya’nın yeryüzü şekillerinin, bitkisel örtünün sarıları Van Gogh'u içimde somutlamış ve bir yere oturtmuştu. Onun çalışmasını gözümde daha da büyütmüştü. Doğal verilerle yaratıcı çalışma arasındaki böyle bir ilişki sanat yapıtının değerini artırıyor. Sanat yapıtı gerçeğin asalağı olmamalıdır, ama bütün bütüne de ondan kopmamalıdır, ondan kopmayışın kanıtlarını taşımalıdır.

Aynı şekilde, Erzurum toprağını gördükten, Doğu Anadolu'daki yeryüzü şekillerini, iyice dolaşıp, içime sindirdikten sonra, Aşık Veysel'in sesine daha çok tutuldum. Van Gogh'un sarıları Hollanda toprağının baskın renklerini taşıyor, bir yerde onlara katkıda bulunuyordu, onların arasında açılmış çılgın, sanrılı çiçekler gibiydi. Aşık Veysel’in sesinde de Doğu Anadolu toprağının rengi, kıvamı, taşıl niteliği, köy evlerinin içinden geçen arklar, yüzükoyun yatarak su içen delikanlılar, genç kızlar vardı. Ahmed Arif’in şiirinde de, şiirini yaparken kullandığı araçlarda da, anlattığı yerlerin, yapıtına koyduğu hayatın çok tutarlı bir bileşkesini görüyorum. Özellikle destan timinde bunun nice önemli olduğunu anlıyorum Ahmed Arifi okurken.
Cesareti söylüyor Ahmed Arif. Yiğitliği.
Bir pınar gibi, bir yeraltı suyu gibi, bir tipi gibi.

«Dostuna yarasını gösterir gibi».

Yücelerde yıllanmış katar katar karın içinde yürüyor yalnayak ve ayakları yanarak.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:03 pm

1927 yılında Diyarbakır'da doğan şair, bir süre A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde okudu. Şiirlerinde folklorik unsurları kullandı. Gazeteciliği seçerek uzun yıllar bu alanda çalıştı. 1991 yılında Ankara’da öldü.

Şairin Hasretinden Prangalar Eskittim adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır. (1968)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:03 pm

1968 yilinda cikan hasretinden prangalar eskittim isimli kitabiyla o donemde edebiyat dunyasinda buyuk ses getiren ve halen yankilari isitilen buyuk turkce sairi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:05 pm

Ahmet Arif Slayt1z
Ahmet Arif W630
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:06 pm

Ahmet Arif Ahmetarif
Ahmet Arif W175
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
sensetive
Forum Polisi
Forum Polisi
sensetive


Mesaj Sayısı : 428
Rep Puanı : 2
Kayıt tarihi : 01/05/09
Yaş : 27
Nerden : Pc den

Ahmet Arif Empty
MesajKonu: Geri: Ahmet Arif   Ahmet Arif EmptySalı Mayıs 12, 2009 7:06 pm

EMEĞE SAYGI



KONU KİLİT
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ahmet Arif
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Doğa ÇiçekLeri Forum :: Kültür & Sanat Rehberi :: Edebiyat-
Buraya geçin: